Yeryüzündeki bütün savaşların, çatışmaların mutlak bir siyasi karşılığı vardır.
Düzenli orduların, yer altı örgütlerinin savaş kronolojisini incelediğinizde toprak, din, petrol, ırk, hak, hukuk özgürlük, eşitlik, rant savaşlarının tamamının siyasi hedefleri olduğunu görürüz.
Çatışmaların gerekçesi ne olursa olsun, asıl hedefi karşıtıyla masaya oturup, muhatap alınıp anlaşabilmektir.
Bu uzlaşının evrensel adı ise ‘ barıştır’ belli çıkarlarda anlaşmaktır.
Hiçbir halk, millet, devlet kendi evlatlarını ‘coşkulu’ biçimde ölüme göndermez ve bundan asla sevinç duymaz.
Binlerce roman, belgesel, kitap, sayıları yüz binleri bulan sivil toplum örgütleri, onlarca sinema filmi, halkların, milletlerin neredeyse tamamı savaşa karşıdır. Bunun uğraşını, mücadelesini vermiş, pişmanlıklarını, acılarını, yıkımını anlatmıştır.
Buna rağmen çoğu devletler, milletler yarın savaş olacakmış gibi kendini konumlandırır, halkı buna hazırlar, milliyetçilikle motive eder psikolojik altyapısını hazırlar. Çünkü gezegenimiz var oldukça kaynakların paylaşımı ile güçlü-güçsüz savaşı farklı versiyonlarla devam edecektir.
Sosyolojik ve ideolojik karşılığı olmayan, tamamen ihraç edilmiş, istihbarat örgütlerinin laboratuarlarında üretilmiş, topluma dayatılan savaşların biçimi, süresi, şekli ise yukarıda özetlediğim görüşlerimin tamamen dışındadır.
Bu savaşlar tamamen özeldir. Nedenini, zamanını, süresini, kuralını, alanını, şeklini, ilişkilerini, siyasi ve diplomatik ayağını asıl hedefini vs. bilmek imkânsızdır. Çünkü savaşı çıkaranlar ile gerekçesini üretenler kolektif biçimde çalışsalar da bir süre sonra çıkarları zaman aşımına uğrayabilir.
Bunun adı da savaştan çok terördür.
PKK örneğinde olduğu gibidir.
- yüzyılda, silahlı propagandayla kamuoyu oluşturma, terörle hak arama, iktidarlarla masaya oturma dönemi tamamen kapanmasına rağmen PKK bu ilkel, barbar yöntemde hala ısrar etmektedir.
Örneğin merkezi Diyarbakır’da başlatılan ve adına “Hendek Savaşları” denilen sokak çatışmalarının bölge halkında siyasi bir karşılığının olmadığını rahatlıkla yazabilirim.
Yıllarca o bölgede gazetecilik yaptım. Şimdi ise her gün meslektaşlarımdan ‘sansürsüz’ biçimde yaşananları dinliyorum.
PKK’nın oldukça yaşlanmış, yıpranmış, dünya gerçeklerinden uzaklaşmış 1980’li yılların Marksist, Leninist teorisiyle beslenmiş kadroları; toplu yaşam alanlarını, ticaret merkezlerini, ekonomik, sosyal yaşamı, eğitimi, kamu düzenini bloke ederek Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle masaya oturmayı amaçlıyorlar.
Günümüz Türkiye’sinde bu kan davası odaklı strateji mümkün mü?
Kesinlikle değil.
Bence PKK’nın yaşlı kadrolarının ön göremediği husus şudur:
1984 yılında ilk eylemlerini yaptıklarında ben Diyarbakır’da Yeni Yurt gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürüydüm.
O yıllarda PKK’nın silahlı propagandasının karşılığı vardı.
Kürtlerin yaşadığı coğrafyada neredeyse her şey yasaktı. Yasakların listesinin yayınlandığı 350 sayfalık bir kitap elden ele dolaşıyordu.
Yemeklerin adından, Kürtçe konuşmaya, bölgede yaşayan canlı türlerinin isimlendirilmesine kadar akla gelecek her şey asimilasyon politikası gereği yasaktı.
Şimdi o kitapta öne sürülen yasakların neredeyse tamamı Ak Parti iktidarı döneminde kaldırıldı ve PKK’nın elinde bu anlamda kullanacağı ciddi bir propaganda malzemesi kalmadı.
Günümüzde ise terör örgütü mağduriyetler üreterek, devletin Kürtlere zulüm yaptığının propagandasından tabanlarını beslemeye çalışıyorlar.
Bunun Kürtlerde siyasi bir karşılığı yoktur ve yöre halkı kendinse zorla dayatılan bir kardeş kavgasının merkezine çekilmeye çalışılıyor.
Bana göre; hendek savaşları PKK’nın kamu vicdanında toplu biçimde siyasi intihar girişimdir.
Çünkü hendeklerin, siyasi ve sosyolojik karşılığı yoktur ve tamamen dayatmadır.
30 yıldır PKK’yı izleyen, yazan, yüzlerce makalesi birde kitabı olan ve o coğrafyada yıllarca gazetecilik yapan biri olarak, bütün deneyimlerimi rafine ederek yazıyorum.
Hendekler; Yoksul Kürt halkını savaşa dahil etme stratejisiydi. Lakin tutmadı.
Çünkü Türkiye 1980’lerin ülkesi değil. Kürtleri siyasi arenadan, hendeklere yönlendiremediler. Örgütün savaş baronları, lider kadroları ülke dışında bölge gerçeklerinden, halktan uzak, stratejik öngörülerden yoksun yaşıyor yada yaşatılıyorlar.
Yıllarca yazdım. Bugünde tekrarlıyorum; PKK Kürt coğrafyasında yeşermiş ancak tohumu yabanıl, zararlı bir ottur. Bu kadim, barışık, hoşgörülü, inançlı kültürün genlerini taşımıyor. 30 yıl süreyle Kürtlere sadece acı vermiş, geri kalmalarını sağlamış, eğitimden, bilimden, teknolojiden, sanayiden yoksun bırakmıştır. Bölge İnsanını asla temsil etmiyor.
Terör örgütü; 15 Ağustos 1984 tarihinden beri 30 yıldan fazladır bu ülke topraklarında kardeşkanı döküyor.
“Hakları, özgürlükleri, geleceği için savaşıyoruz” dedikleri Kürtleri tam 100 yıl çağın gerisinde bıraktı.
Çocuklar okuyamadı. Büyükler üretemedi. Tüccar dünyaya açılamadı. Maden ocakları, yaylalar kapatıldı. Esnaf büyüyemedi. Bölgedeki beyin ve sermaye göçü yüzünden sosyal ve kültürel yaşamın kalitesi 3.sınıf Ortadoğu ülkelerinin altında kaldı.
En önemlisi; resmi kaynaklara göre 55 bin vatandaşımız yaşamını yitirdi.
Ve bu kanlı, kirli, sosyal, siyasal karşılığı olmayan çatışmalarda hala ısrar ediliyor.
Çünkü; PKK tamamen bir “Teo strateji” planlamasıdır.
Ülkemizi konjonktürsel bir çatışmaya, ayrıştırmaya kodlanmış, Suriye, Irak, İran, Türkiye odaklı bir bölünme planının uygulayıcıcısı misyonunu üstlenmiştir.
Ne acıdır ki..Türkiye’de yıllardır bu karmaşık meseleyi doğru okumakta zorlanıyor. Bütün bu gelişmeleri sorgulayacak, araştıracak, tartışacak akademik kadrolar, bilim adamları suskun.
Üniversitelerin, akademisyenlerin, bölge aydınlarının yerine, yaşamı boyunca Güneydoğu’ya adım atmamış TV şovmenleri meseleyi tartışıp kamuoyunu yalan-yanlış, sıradan bilgilerle meşgul ediyor. Derinlemesine bir analiz okumadım, dinlemedim.
Kimi siyasi şov peşinde…
Kimi bulunduğu siyasi cepheyi korumak adına toplumu yalan-yanlış bilgilendiriyor.
Kimi terör rantından heybesini dolduruyor.
1980 yılından beri aynı sözleri, aynı yorumları aynı cümleleri kullanan, aynı yazanları okudukça, dinledikçe “eyvah..eyvah” diye bağırmak istiyorum.
Bu ülkede yaşayanların çok kıymetli yüz yılı silahla terörle, şiddetle, yanlış politikalar ve uygulamalarla gasp edildi.
Bütün ‘ama, ancak, lakin, fakatları ‘bir kenara bırakalım.
Teröre karşı dik duralım.















