“Mü’min kabre konulduğu zaman,dünyada yapmış olduğu salih ameller onu kuşatır.” Sabit b. Eslem (k.s.)
Elbette ki birçoğumuzun akıl sağlığı yerinde olduğuna göre her vakit ne tür söz ve davranışlar sergilediğimizin de farkındayızdır,dolayısıyla kendimize ahiret hazırlığı olarak ne tür amelleri azık olarak biriktirdiğimizin de bilincindeyizdir doğal olarak.. Her ne kadar nefsimiz ve lain iblis yaptıklarımızı bize olağan dahi gösterse de yanlış olduklarından emin olduğumuz tüm söz ve davranışlar tövbe etmemizi ve tekrarından kaçınmamızı gerektirir..
Çünkü amellerimizin her türünü geçerli olarak gösterme gayreti içindedir zalim nefsimiz ve diğer düşman lain iblis..
Onların şerrinden fitnesinden korunmak; helal kazanmak, helalinden yeyip içmek ve yaşadığımız alanı da helalinden seçmekle sağlanabilir,tabi bir de vaktimizin bir çoğunu Rabbimiz’i tefekkür ederek O’nu zikrederek…
Kabir hayatı başlamadan,hatta son nefes anına yaklaşmadan önce yaşadığımız her vakti fırsat bilip,Rabbimiz’in rızası dahilinde erdemli hasletleri taşımanın yanısıra, toplum içinde de bu hallerimizi yansıtarak sevabımızı şahitleriyle salih ameller olarak perçinlemeliyiz ki, mahşerde defterimiz açıldığında yüzümüzü ağartsın, yaşadıklarımız.
Geçmişte yaşamış peygamber ve veliler de her fırsatta dile getirmişlerdir ki vaktinde yapılan ibadetler de salih ameller olarak mahşerdeki sorgumuzda ortaya çıkacağı gibi defterimiz açıldığında da haklılık payımızı yansıtacaktır…
Beyazıt Camii bir cuma günü ibadete açılmış ve ilk namazı Fatih Sultan Mehmed’in oğlu ve ondan sonra padişah olan II.Bayezid Han kıldırmıştır.Sultan II.Bayezid Han’ın lakabı “Veli” ‘dir.Bu açılışı Evliya Çelebi şöyle anlatır:
“Caminin inşası tamamlanınca,bir cuma günü büyük bir merasimle
ibadete açıldı.Bayezid-i Veli buyurdular ki:
– Her kim ömründe ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetini hiç terketmemiş ise şu mübarek vakitte o imam olsun!
Derya misali cemaat içinden kimse çıkmayınca Bayezid Han mecbur kalarak,
– Elhamdülillah! Savaşta ve barışta biz bu sünnetleri hiç terketmedik,dedi ve kendisi imam olarak namazı kıldırdı.”
Görülüyor ki; yaşantımızın hiç bir anı, bizi ibadetlerimizden alıkoymaya mazeret olamaz,özel sektörde dahi çalışılsa namaz için istenilen izin, elbette onay görmeye açıktır,zaten onay vermeyen bir iş yeri sahibine hizmet ederek namazını gözden çıkarmak ta, helal lokma yediğinden şüpheye düşürür o kimseyi….
Mü’min kimsenin yaşamı boyunca okuduğu ayet-i kerimeler ve sureler,çektiği zikirler,istiğfarlar kabrine vardığında ona yoldaş olur ve azap çekmesin diye kalkan görevi görürler…
Böylesi bir yaşam biçimi zaten kişiyi günahlardan hatalardan da uzak tutup,ehlileştirdiği nefsinin esaretinden uzak kalmasına da sebebiyet verir… Ve kalben de, ruhen de öylesine hafifler ki,dilinde taşıdığı bu mübarek sözler huzurun doruğuna yükseltir o kimseleri……
Hayat boyunca verilen zekatlar,yapılan infaklar ve ibadetin her şekli salih ameller kategorisine girdiği gibi, müslümanlarla iyi geçim halinde olmak da makbul olan amellerden sayılıp, kul hakkı denen sıkıntıdan,günahtan korunmaya sebep teşkil eder her daim….
Bunun yanı sıra kafirlere dost olmaya çalışmak ve hatta onların serbest yaşantılarına özenti duyup sempati duymak küfre düşmenin alametlerindendir…Zaten onların amacı; kendileri yoldan çıktığı gibi ,varacakları ateş çukuruna ortak yoldaş arayışı içinde olup, müslümanları da imanından etmektir…
Feraset ehli her mü’min onların da tuzağından da sakınır,nefis belasından ve lain iblisin şerrinden korunmaya çalıştığı gibi…
Yaşamı boyunca Rabbi’ne imanla varmasını sağlayacak amelleri biriktiren akıl sahipleri dilini öyle alıştırmıştır ki, imanını yansıtan hal ve düşüncelere,bu sebepledir ki, kabir sualleri karşısında dili dolanmadan rahatlıkla cevapları verebilecek gücü de bulur kendinde.
Bir söz vardır “Dervişin fikri ne ise zikri de odur”diye..Bu şartlarda beynini ahiret hazırlığına endeksleyen beden, elbette kabirde de ahirette de ateşi görmez…Kabrinde de gül bahçeleridir kalacağı mekan, yaşantısı rızaya paralel olanların.













