SON DAKİKA
Reklam Kodu r004Reklam Kodu r004
Reklam Kodu r004Reklam Kodu r004

İki darbenin anatomisi

Bu haber 20 Temmuz 2016 - 13:10 'de eklendi.

12 Eylül 1980 askeri darbesi olduğunda henüz 20 yaşımdaydım.

Ankara Cebeci’de yurtlardan, sokaklardan, evlerden topladıkları gençlerin, işçilerin, sendikacıların, dernek ve oda başkanlarının, siyasi partilere üyesi, temsilcisi olanların gözlerini bağlayıp askeri araçlara istifliyorlardı.

Ülkede siyah-beyaz yayın yapan bir TRT kanalından ve Ankara radyosundan aralıksız biçimde sıkıyönetim komutanlığının bildirileri okunuyordu.

Başbakan Süleyman Demirel, her zaman olduğu gibi şapkasını alıp askere teslim olmuştu. Tam 9 yıl süreyle darbe rejimiyle yönetildik.

Darbe yönetimi döneminde ‘resmi rakamlara’ göre 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 114 kişi cezaevlerindeki açlık grevlerinde ölmüş, 171 kişi sorgularda ve cezaevi işkencelerinde can vermiş, 49 kişi idam edilmişti. 810 kişi gözaltında kayıp olmuştu.

(Bugün başımıza bela olan 1984 yılından beri kanlı eylemlerde bulunan PKK terör örgütü de 12 Eylül darbesiyle doğmuştur.  Cezaevlerinde işkenceden, ölümden kurtulanlar soluğu Suriye İstihbarat örgütünce yönetilen Bekaa vadisinde eğitim kamplarında alıyordu.)

Anayasal düzen, hukuk sistemi, bütün kanunlar askıya alınmış, meclisle birlikte siyasi partiler kapatılmış, tek kelime ile ülkedeki ekonomik ve siyasi hayat bloke edilmişti.

Bütün ülkenin ve vatandaşların kaderi; Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya’nın iki dudağı arasındaydı.

27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve 12 Mart 1971 askeri muhtırasının ardından ülkemiz yaşadığı en büyük travmaydı…

Milli Güvenlik Konseyi (MGK) üyeleri, onların yakınları, generaller, üst düzey emniyet mensupları ülkenin en zenginleri arasında yer almış, bankalar boşaltılmış, 3.sınıf bir Ortadoğu ülkesi olmuştuk.

O dönemlerde Türk Haberler Ajansı (THA) da muhabirdik, yazdığımız haberleri sıkıyönetim komutanlığının onayıyla gazetelere servis edebiliyorduk.

Peki, 12 Eylül Askeri Darbesi olduğunda, tanklar sokaklara indiğinde biz ne yaptık?

Üzülerek belirteyim.

Ne tankların önüne geçtik. Ne darbecilere bir çürük yumurta attık.

Stokholm sendromuna yakalanmış bir toplum olarak;  1982 darbe anayasasını rekor oyla da kabul ettik. Korkularımıza yenik düşmüştük.

Türkiye’nin kendini onarması ve DARBE yaralarını sarması tam 36 yıldır devam ediyor. Hala darbe anayasasından kurtulamadık.

15 Temmuz akşamı arkadaşlarımla buluşup önce Ak Parti’nin önüne, oradan Konak meydanına koşarken, 36 yıl önce yaşadığımız o dehşeti, korkuyu, kanunsuzluğu, insan onurunu, yaşama hakkını hiçe sayan darbecilerin 16-17 yaşındaki lise öğrencilerini nasıl postallarıyla çiğnediklerini tekrar-tekrar yaşıyor gibi oluyordum.

15 Temmuz Askeri darbesinin sosyolojik, siyasi ve psikolojik karşılığı yoktu. Halk demokrasiye inanıyordu ve toplumun bütün kesimleri örgütlüydü. Güvendikleri bir liderleri, yüzde 50 oy almış hükümetleri vardı.

Enformasyon araçlarını kontrol etmek, haberleşmeyi kesmek neredeyse imkânsızdı.  Bir çağrı yetti. Milyonlar gerçek bir demokrasi destanı yazdı. İhanet çetesi, milli irade karşılığında bozguna uğradı.

 

Konak meydanında darbe gecesi saat 11.00 sıralarında çektiğimiz şu fotoğraf bütün bu yazdıklarımızın toplamdır. Terliklerini giymiş, bastonunu almış, yanında oğlu ve torunuyla bayrağını kapmış meydana koşan bir dede…

Böyle bir ülkenin vatandaşı olmak, beni hiç bu kadar gururlandırmamıştı.

Saygılar güzel ve onurlu ülkem.

Reklam Kodu r028.Reklam Kodu r029Reklam Kodu r030.Reklam Kodu r031

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum Yok

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.