Ülkemizde yaşayan, geleceğini düşünen, yazan, konuşan herkesinmutlak kabul etmesi gereken tarihi bir gerçek var;
Kürt meselesinin Batı tarafından bize dayatılması 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda alınan ezici mağlubiyetin ardından başlamıştır.
Zaten 93 harbinin sosyolojik ve politik gerekçeside; Osmanlı Devleti’nde yaşayan Hristiyanların diğer etnik toplulukların kötü muamele ve baskı gördüklerine ilişkin tek taraflı algı kampanyasıydı.
Fener Rum Patriklerinin Rus Çarı 11. Aleksandır’a Osmanlı topraklarından gönderdikleri mektuplar Moskova Lomonosov Devlet Üniversitesi (MGU) hocaları tarafından kısa süre önce yayınlandı. Aynı yayınları Amerikan Kongre Kütüphanesi’nde görmek de mümkün.
Osmanlı’nın çökmesiyle Batı’nın son 150-200 yıllık Ortadoğu planının birinci etabı başarıyla uygulanmış oldu.
Önce Araplar kullanıldı ve Osmanlı’dan kopartıldı. Bunun için çok ağır bedeller ödedik. Arap ayaklanmasını o çöllerde çektiğimiz acılar, verdiğimiz kayıplar, düştüğümüz tuzaklar, uğradığımız ihanetleri okumayanlar, araştırmayanlar TV ekranlarında öylesine boş sıradan yorumlarda bulunuyorlar ki…
30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Mütarekesi hemen sonrası Medine şehrini İngilizlere teslim etmeye zorlanan Fahrettin Paşa ile Peygamberimizin kabrini korumakla görevli askerlerin karara itirazı ve günlerce süren direnişleri, gözyaşları, açlık, sefalet, hastalıkla en önemlisi Arapların ihanetiyle mücadeleleri ülkemizde pek konuşulmaz, tartışılmaz. Hatta bilinmez.
Şimdi birer sömürgeye dönüşen Arap ülkelerinin zengin petrol yatakları batılı ülkelere ait şirketler tarafından kullanılıyor. Amerika ve Avrupa toplumları da bu sayede refah içinde yaşıyor. Aynı devletler petrolü silaha dönüştürüyor ve Ortadoğu’da sürekli, kesintisiz istikrarsızlık politikası uyguluyor.
Derenin taşıyla derenin kuşu vurulurken…
Arap milliyetçiliğiyle Osmanlı’yı yıkan proje gibi şimdi Kürt milliyetçiliğiyle de ayrıştırmanın ikinci etabı uygulanıyor.
Osmanlının 34. Padişahı II. Sultan Abdülhamid Han İmparatorluğun en zor yıllarında “ Siyasi Hatıratım” kitabında Batı’nın Kürtleri ayrıştırma projesinden açıkça söz ediyor. Güçlü öngörüsüyle bugün yaşanacakları anlatıyor.
O kitaptan kısa bir alıntıyı tekrar paylaşmak istiyorum.
“Kürt alaylarını (Hamidiye alayları ) teşkil ettiğim için Avrupa gazeteleri acı tenkitlerde bulunuyorlar ve bu teşkilat meydana geldiğinden beri Kürtlerin, Şark vilayetlerindeki Ermenilere vahşice davrandıklarını iddia ediyorlar.
Batılı devletler; bizim tarafımızdan teşkilatlandırılan bu Kürtlerin istiklallerini (bağımsızlıklarını) ilan etmek için bize karşı isyan edeceklerinden endişe ettiklerini söylüyorlar.
Anlaşılan Gazeteler mevzu arıyorlar. Bu sebeple de yalan yanlış duydukları herşeyi yazıyorlar. Muhabirler, Kürdistan’daki vaziyeti Beyoğlu’nda oturdukları rahat köşelerini terk etmeksizin ancak Ermenilerin görüş zaviyesine göre mütalaa ediyorlar.
Rusya ile Harp vukuunda, disiplinli bir şekilde yetiştirilen bu Kürt alayları, bize çok önemli hizmetlerde bulunabilirler. Hamidiye alayları kıymetli ordu haline gelecektir.
Kürt ağalarının bazılarının çocuklarını, İstanbul’a getirip memuriyete yerleştirdiğim için tenkit edildiğimi biliyorum. Senelerdir Hıristiyanlar, Ermeniler nazır mevkilerini işgal etmişlerdir. Bundan sonrada kendi dinimizden olan Kürtleri kendimize yaklaştırmakta ne gibi zarar olabilir?
Ben kabul ettiğim Kürt politikasında doğru yolda olduğum kanaatindeyim. (sayfa 59)”(12 Eylül 2013 tarihli makalemden)
Tarihinin en uzak görüşlü, en dirayetli, en mücadeleci, öngörüsü en güçlü Padişahı II. Sultan Abdülhamid Han’ın doğru yolda olduğunu tarih bize açık ve net biçimde gösterdi.
Batı toplumlarının bitmek, tükenmek bilmeyen” Kürtlere hak, özgürlük, eşitlik” talebi, kışkırtmasının altında aslında istikrarsız, güçsüz, pazarlık gücü zayıf, yerinde patinaj yapan bir Türkiye olduğunu, Kürtlerin sadece birer enstrüman olarak kullanılmak istenildiğini Ziya Gökalp Cumhuriyet’in ilk yıllarında gördü. Ancak Sultan Abdülhamid Han’a ‘kızıl sultan’ diyenler. Diyarbakır’lı Kürt Ziya Gökalp’a “hain,aslını inkar eden sosyolog” yakıştırmasında bulundular.
Kürtlerle-Türkler arasında sosyolojik, etnik, dil ve bölgecilik kimliği üzerinden 150 yıldır aralıksız devam eden propagandaya rağmen ( bana göre ) sonuç tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.
Türklerle-Kürtler aile hayatında, evliliklerde, sosyal ve ekonomik alanda, ortak değerlerde asla ve asla ayrılmamış bunu hiçbir şekilde akıllarından bile geçirmemişlerdir.
Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale ruhunda, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki 13 ayrı büyük çaplı kıta seferlerinde bu kader birliği aynı‘Ümmetten ‘aynı topraktan olma anlayışıyla bugüne gelmiştir.
Aslında cihan padişahının, Osmanlı’nın ektiğini biçiyoruz.
Bugün bile birçok Kürt aşiretinde yüzlerce evde halıların üzerinde fotoğrafı işlenmiş,duvarlara asılmış olan Sultan Abdülhamid Han’a “Bavê Kurdan”: (Kürtlerin babası) deniliyor.
Çok önemli bir şey daha!
Kürtler “özgürlük yalanı adına” Osmanlı’dan ayrılan Arapların halini de gördü.
Suudi Arabistan ziyaretim sırasında tanışma fırsatı bulduğum bir Arap tarihçi bana aynen şunları söylemişti” Osmanlı’dan ayrılan, ona ihanet eden hiçbir Arap ülkesinde huzur ve güven olmadı.”
Osmanlı ihaneti kimseye yaramadı.
PKK’nın 32 yıldır devam eden 45 -50 bin cana mal olan kanlı terörüne rağmen Kürtler bu ayrılıkçı yapıya direndi. Direnmeye hala devam ediyorlar.
PKK kanlı eylemlerine başladığı 15 Ağustos 1984 yılında gazeteciydim. O günden beri bu Marksist –Leninist hareketin Kürtlerde sosyolojik karşılığı olmadığını yazıyorum. Yüzlerce makalem,köşe yazım,Tv , Rayo programım var.
Türkiye Kürtleri, batının ülkeyi etnik parçalara ayırma projesini Osmanlı imparatorluğunun bölünmesi, topraklarını kayıp etmesi sürecinde gördü ve Kurtuluş savaşında başarılı bir sınav verdi.
Her türlü etnikçilik hareketi ‘özgürlük, eşitlik, zenginlik, bolluk, refah toplum, öz yönetim’ temasıyla hedef kitleye pazarlanır ve bu algı süreci bazen silahlı propagandayla, bazen de günün diğer iletişim, enformasyon araçlarıyla beslenir.
Bütün bunun arkasında ise mutlak birden fazla emperyalist ülke yer alır.
Osmanlının 34. Padişahı II. Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilme sürecini incelediğinizde, Arap isyanlarının arka planlarını araştırdığınızda, diğer bölgelerdeki etnik ayrıştırma hareketlerine baktığınızda bunu çok rahatlıkla görebilirsiniz.
Özetle; her türlü etnikçiliğin arkasında emperyalizm vardır.
Ülkemizi yönetenlere düşen en önemli görev ise, Sultan Abdülhamid Han yönetim stratejisini uygulamak, terör örgütü PKK’yı bölge halkıyla aynı karede gören, öyle davranan, buna dayalı mağduriyetlerin önüne geçmektir.
94 Yıllık Cumhuriyet döneminde Anadolu ayaklamalarından sonra en büyük kırılma 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yaşanmıştır. Askeri Cezaevlerindeki uygulamalar, işkenceler, göçler, güvenlik soruşturmaları, fişlenmeler, Sıkıyönetim uygulamaları, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, akla, mantığa sığmayan yasaklar, sansürler, PKK’yı güçlendirdi ve 1984 yılında Türkiye’nin başına kanlı bir bela olarak salındı.
Bugün terörle mücadele edilirken Güneydoğu’nun en kırılgan en zayıf halka ve her türlü istismara açık olduğunu hatırlatmama gerek var mı?
Özellikle PKK’yla mücadele yapılırken, terör örgütüne yeni sempatizanlar kazandırmayalım. Bölücü örgütün yıllardan beri mağduriyetlerden beslendiğini unutmayalım.
PKK’nın terör stratejisi KAZI- KAZAN sistemidir. Üretilen mağduriyetler kadar güç ve sempatizan elde eder. Devletin olası yanlışlarından, hatalarından beslenir. Hendek kazmalar aslında militan, taraftar kazanma projesidir.
Güneydoğu’yla ilgili alınan her karar için iki kez düşünmeliyiz derim.













